TEMEL ATMA MERASİMİ VE İNŞAATLA İLGİLİ İTİKATLAR (II)
Animizm primitif insanın ilk inanç şekliydi ve hala bu tür inançlara sahip toplumlar vardır. Animizmde insanm çevresindeki her şey, ağaç, taş, nehir, bulut, dağ ve hayvanlar, hatta kendi yaptığı silah, kayık, giysi gibi objeler dahi, kendi gibi ruh sahibidir. Animist, günümüzdeki küçük çocuk gibi, çarptığı ağacm aslında kendine çarptığını düşünür, öldürdüğü hayvanın ruundan özür diler, kurban kestiğinde, ruhu kendisini tanıyarak intikam almasmı önlemek üzere, kurbanın gözlerini bağlar.
Orta Asya’dan gelen Türklerde olduğu gibi, bir ileri safhada, animist, taşın, ağacm içinde bir ruhun barındığına inanır. Bunlar bir ağacı kestiklerinde bir dalını bırakırlar, veya yeni bir ağaç dikerler ki ruh barmaksız kalıp onları taciz etmesin. Bu şartlar altında, herhangi bir yapıtın, örneğin yeni bir evin sağlamlılığını ve sürekliliğini temin için onu bir ruh sahibi yapmak gerekir, bunun da en kolay şekli temele bir canlı yaratığı gömerek ruhu vücudunu terk edince yeni barmak olarak en yakın olan evi seçmesini sağlamaktı. Bu mantığın sonucunda eskiden insanların inşaat temellerine kurban edildiklerini görebiliyoruz. Kurbanın öldüğünde aniden barmaksız kalan ruh kendisine temin edilen temel taşı veya temel direğinde yeni bir barmak arayacaktı. Vahşi animist, medeniyet
merdiveninde basamak çıktıkça, artık her ağaçta bir ruhun barındığına değil, ormanlarda yaşayan bir ağaç tanrısının, bulutlarda yaşayan bir yağmur tanrısmm, güneşte veya ateşte yaşayan ışık tanrısmm varlığına inanır olmuştu. Kurbanlar bu kez ruhlara değil tanrılara adanacaktı. Putperest, toprağın kazılmasıyla rahatsız olacak Toprak Ana’ya veya yerel tanrılara kurban keserek, temele akıtılan kanla bu tanrıların gönlünü aldığına inanırdı.
Bu ritlerin tatbikini, sadece temellerde değil, değişik şekillerle, her katm, kısmın başlanması ile tamamlanmasmda ve nihayet çatmm kapanmasmda görebilmekteyiz.
Eski inanışlara göre her nevi tanrı, ruh, cin ve periler arazinin sahibi olarak kabul ediliyorlardı. Bu insan üstü yaratıklar arazinin şeklini değiştiren ve üzerinde yetişen mahsulleri toplayan insanlan şiddetle kıskanırlardı, sürekli bir şekilde yatıştırılmadıkları ve hakları olan alacakları kendilerine teslim edilmediği takdirde, insanları cezalandıracaklar, evler yanacak, koyunlar ölecek, mahsul bozulacak, hastalık kol gezecek ve neticede insanlar perişan olacaktı.
Tarih boyunca, kale, saray ve tapınak gibi inşaatların temellerine insanlar kurban edilmiştir. İnsan, veya yerine hayvan kurban edilmesiyle, kurban yeri kutsal kılınarak kötü ruhların ve şeytanların yaklaşması önleniyordu.
Geçmişe ait uygulamayı bugün yaşayan ilkel cemiyetlerin tetkikinden anlamak mümkündür. Halen, bazı Batı Afrika kültlerinde, bir ev veya tapınağın merkez direği yerine konmadan, bir hayvan kurban edilip kanları temelin civarma dökülür ve vücudu temel çukurunun içine gömülür. Bu kurbanlar sayesinde, bir taraftan kötü ruhların inşaat sahasma girmeleri, dolayısıyla, önce inşaata müdahale etmeleri, sonraları da tamamlanmış binanın içine girenleri rahatsız etmeleri önlenirken, diğer taraftan da yerel tanrmm binaya sahip çıkıp iyiliğini esirgememesi temin edilmektedir.
Her yerde kurban kesmenin kendine has bir ritüeli vardır. Kurban, insan veya hayvan olsun, kendisinden özür dilenir, daha iyi bir dünyaya gideceği söylenir, dualar okunur.
Hint Vedik ritlerinde kurban edilecek insanlara yapılan telkinler yukarıdaki uygulamaya tipik bir örnek teşkil eder. Uyuşturucu ve keyif verici maddeler içeren kutsal bitkiler yedirilerek, dua ve zikr yardımıyla, cezbe haline sokulan bu zavallılar, ızdırap çekmeyeceklerine ve en kısa yoldan Allahın huzuruna çıkacaklarına dair şartlandırılır, çok kere sunağın üzerine zorlanmadan, kendi arzularıyla çıkarlardı.
Bugünkü Gana’da, 1881 yılında, Aşantilerin kıralı, inşa ettirdiği yeni bir sarayın temel harcma 200 bakirenin kanını karıştırtmıştı.
Batı Afrika’da Benin’in eski ismi Dahomey idi. Kral Dako, oğlu Dahn’ın vücudu üzerine bir saray inşa etmişti. Dahomey, “Dahn’m vücudu üzerine” demektir.
Kitab-ı Mukaddesle kurban edilen insanlarla ilgili bahisler görebiliyoruz. Örneğin, “Yeşu, Bap 6, 26/27’de aşağıdakileri okuyoruz.
” Ve Yeşu o vakit and ederek dedi: Bu şehri, Erihayı, kalkıp bina eden adam RABBIN önünde lanetli olsun. İlk oğlu pahasına onun temelini koyacak, ve küçük oğlu pahasına onun kapılarım takacaktır.
Ve RAB Yeşu ile beraberdi, ve onun şöhreti bütün diyara yayıldı.”
Kırallar I, 34’de de
” Onun günlerinde Beyt-elli Hiel Erihayı yaptı; Nun oğlu Yeşu vasıtası ile RABBIN söylemiş olduğu söze göre, ilk oğlu Abiram pahasına temelini koydu, ve küçük oğlu Segup pahasına kapılarım taktı.”
Japonya’da yüksek duvarların altına canlı köleler gömülürdü. Bangkok’da, ruhları kenti düşmana karşı korusun diye, kent kapılarının temellerine, çukur açıldıktan sonra, yoldan geçen ilk dört kişi yakalanarak canlı gömülmüşlerdi.
Burma’da, med-cezire karşı inşa edilen mendireği sağlamlaştırmak için kraliçe denizde boğuldu; Thatung kalesini de düşmana karşı korumak için, temeline bir harp kahramanı kurban edildi.
Kelt İngilteresinde, yeni binayı kötü ruhlardan korumak için, temeline tuz ve ekmek, bazen de bir şişe su konur, toprak tanrılarına da bir insan kurban edilirdi. Temeline insan kanı akmamış bir binanm sağlam kalabileceğine inanılmazdı.
Eski bir Danimarka efsanesine göre Kopenhag şehrinin surları lanetliymiş. Surların önemine inanan halk çalışmaktan yılmıyormuş; ancak, duvarlar inşa edilir edilmez yıkılıyor ve hiçbir kuvvet onları ayakta tutamıyormuş. Nihayet rahipler bir küçük kıza, oyuncaklar vererek, aldatmışlar ve oyununa dalan kızcağız farkına varmadan etrafını duvarla örerek temelin içine diri diri gömmüşler. Bu kurban sayesinde lanetleme etkisiz kalmış ve surlar tamamlanabilmiş.
Üsküdar Kalesi inşa edilirken 300 duvarcı ustası nafile bir uğraşla temelleri inşa etmeye çalışıyorlardı; gündüz yapılan temel duvarlarını gece “vila” (kötü ruh) yıkıyordu. Sonunda, “vila” krallara, duvarların dibine aynı isimde iki kardeş gömülmeden, temel duvarlarının ayakta kalamıyacaklarmı bildirmiş. Aynı ismi taşıyan iki kardeş bulunamadığından, “vila” bu kez, kralların eşlerinden hangisi sabah erken saatte ustalara yemek getirecekse, yakalanıp duvarların dibine gömülmesini istemiş. Üç kralın en gencinin karısı karardan habersiz olarak işçilere yemek getirdiğinde, 300 duvarcı ustası hemen çevresine taşlar döşiyerek onu kapatmışlar, ancak bunu yaparken de, bebeğini emzirebilmesi için küçük bir pencere bırakmışlar, bebeği de kendisine bir süre günde bir kez getirmişler, sonra pencereyi de örmüşler. Yüzyıllar boyu kale duvarından sütü andıran kireçli bir su sızmış ve orası da çocuğu olmayan kadınların adak yeri olmuş.
İnşaat sahiplerinin işçilere yemek getiren eşinin duvarlarm içine örüldüğü efsanesi yaygındır ve Avrupa’da birçok kilise inşaatının hikayesinde yer alır.
Yunan mimarisinde binaları taşıyan kariatidler (kadın heykelleri), kadın kurban etme yerine binayı taşıyan inşaat unsurlarında kadm heykelini kullanmaktan başka birşey değildir.
Eski örf ve adetler, şekil değiştirerek, hatta başlangıç nedenleri unutularak, nesilden nesile intikal ederler, eski dinler yeni dinlerin, eski inançlar yenilerinin temelini oluşturur. İlerliyen toplumda eski neden artık kabul edilemez olabilir, ancak eski adetlerinden vazgeçmek istemiyen toplum, her defasında eski adetlere
Ve RAB Yeşu ile beraberdi, ve onun şöhreti bütün diyara yayıldı.”
Kırallar I, 34’de de
” Onun günlerinde Beyt-elli Hiel Erihayı yaptı; Nun oğlu Yeşu vasıtası ile RABBIN söylemiş olduğu söze göre, ilk oğlu Abiram pahasına temelini koydu, ve küçük oğlu Segup pahasına kapılarım taktı.”
Japonya’da yüksek duvarların altına canlı köleler gömülürdü. Bangkok’da, ruhları kenti düşmana karşı korusun diye, kent kapılarının temellerine, çukur açıldıktan sonra, yoldan geçen ilk dört kişi yakalanarak canlı gömülmüşlerdi.
Burma’da, med-cezire karşı inşa edilen mendireği sağlamlaştırmak için kraliçe denizde boğuldu; Thatung kalesini de düşmana karşı korumak için, temeline bir harp kahramanı kurban edildi.
Kelt İngilteresinde, yeni binayı kötü ruhlardan korumak için, temeline tuz ve ekmek, bazen de bir şişe su konur, toprak tanrılarına da bir insan kurban edilirdi. Temeline insan kanı akmamış bir binanm sağlam kalabileceğine inanılmazdı.
Eski bir Danimarka efsanesine göre Kopenhag şehrinin surları lanetliymiş. Surların önemine inanan halk çalışmaktan yılmıyormuş; ancak, duvarlar inşa edilir edilmez yıkılıyor ve hiçbir kuvvet onları ayakta tutamıyormuş. Nihayet rahipler bir küçük kıza, oyuncaklar vererek, aldatmışlar ve oyununa dalan kızcağız farkına varmadan etrafını duvarla örerek temelin içine diri diri gömmüşler. Bu kurban sayesinde lanetleme etkisiz kalmış ve surlar tamamlanabilmiş.
Üsküdar Kalesi inşa edilirken 300 duvarcı ustası nafile bir uğraşla temelleri inşa etmeye çalışıyorlardı; gündüz yapılan temel duvarlarını gece “vila” (kötü ruh) yıkıyordu. Sonunda, “vila” krallara, duvarların dibine aynı isimde iki kardeş gömülmeden, temel duvarlarının ayakta kalamıyacaklarmı bildirmiş. Aynı ismi taşıyan iki kardeş bulunamadığından, “vila” bu kez, kralların eşlerinden hangisi sabah erken saatte ustalara yemek getirecekse, yakalanıp duvarların dibine gömülmesini istemiş. Üç kralın en gencinin karısı karardan habersiz olarak işçilere yemek getirdiğinde, 300 duvarcı ustası hemen çevresine taşlar döşiyerek onu kapatmışlar, ancak bunu yaparken de, bebeğini emzirebilmesi için küçük bir pencere bırakmışlar, bebeği de kendisine bir süre günde bir kez getirmişler, sonra pencereyi de örmüşler. Yüzyıllar boyu kale duvarından sütü andıran kireçli bir su sızmış ve orası da çocuğu olmayan kadınların adak yeri olmuş.
İnşaat sahiplerinin işçilere yemek getiren eşinin duvarlarm içine örüldüğü efsanesi yaygındır ve Avrupa’da birçok kilise inşaatının hikayesinde yer alır.
Yunan mimarisinde binaları taşıyan kariatidler (kadın heykelleri), kadın kurban etme yerine binayı taşıyan inşaat unsurlarında kadm heykelini kullanmaktan başka birşey değildir.
Eski örf ve adetler, şekil değiştirerek, hatta başlangıç nedenleri unutularak, nesilden nesile intikal ederler, eski dinler yeni dinlerin, eski inançlar yenilerinin temelini oluşturur. İlerliyen toplumda eski neden artık kabul edilemez olabilir, ancak eski adetlerinden vazgeçmek istemiyen toplum, her defasında eski adetlere yeni nedenler bulur.
Batıl itikatlara bağlılık o kadar büyük ve şartlanmış insanın onlardan kurtulabilmesi o kadar zordur ki, kan akıtılmasına karşı olan Hristiyan Kilisesine ait inşaatlarda dahi bu kanlı ritlere rastlanmaktadır. Bir Alman efsanesine göre, 1190 yılında inşaatına başlanan Strasburg Katedralinin temeline iki ikiz kardeş diri diri gömülmüştür. Aynı şekilde, 15. asırda, İngiltere’de Holsworthy Kilisesinin temellerine iki insanın canlı olarak gömüldüğü saptanmış, Darrington ve Yorkshi- re kiliselerinin temellerinde insan iskeletleri bulunmuştur. Efsanelere göre canlı olarak gömülen kişinin ruhu ebediyyen inşaatı korumağa mecburdu. 1966 senesinde, Reculver, Kent (İngiltere) şehrinde yapılan kazılarda eski bir Roma kalesinin temelinde bebek iskeletleri bulunmuştur. Hala, diri diri gömülen bu bebeklerin ağlayan hayaletleri, bazı geceler, söz konusu sahada, kendilerini göstermekte, yabancıları korkutmaktaymışlar.
Yasalar, ya da zamanla gelişen örf ve adetlerin sonucunda bu tür uygulamalar olanaksızlaşınca, temellere canlı insan yerine resimler konmağa başlanmış, insan kanı yerine kutsal sayılan hayvanların kanı akıtılmıştı.
18 Eylül 1569 günü Cezayir’de, kale duvarlarının içine aynı nedenlerle İspanyol harp esiri Oran’lı Geronimo kale duvarlarının içine gömüldü. 27 Aralık 1853 tarihinde kale yıkıldığında mumyalaşmış cesedi bulundu.
Rusya’da 1463 yılında yıkılan bir barajın tamirinde, tekrar yıkılmasın diye, temelin içine sarhoş bir dilenci gömüldü. 1876’da, İngiltere’de Brownower (Rugby) Kilisesi tamir edilirken temele kadar inilmiş ve karşılıklı iki duvarın altında birer iskelet bulunmuştu.
Belçika’da yayınlanan “Echo de Liege” gazetesinin 1 Ekim 1865 tarihli nüshasında şöyle bir haber vardı: “Birkaç gün önce, Üsküdar’ın Duga mevkiinde bir kale (block-house) inşaatının yanında çalışan Hristiyan işçiler ağlamalar duyunca araştırmışlar ve iki Amavut’un elinde, kale temellerine canlı gömülmek üzere bağlanmış iki Hristiyan çocuk bularak, Arnavutları öldürmüşler ve çocukları kurtarmışlar.”
Bu türden hikayelere Meksika’da, Eski Mısır’da, Çin’de, Orta Avrupa kentlerinde, velhasıl dünyamızın her yerinde rastlıyoruz.
Celil Layiktez
Kaynak: Tesviye Dergisi Sayı 16