ÖNLÜKSÜZ MASON, MASON ALEYHTARI MAHMUT ESAT BOZKURT
M |
ahmut Esat 1911 yılında İstanbul Hukuk Mektebini bitirdi, İsviçre’de (Lozan ve Friburg Üniversiteleri) “Osmanlı Kapitülasyonları Rejimi” üzerine verdiği tezle Hukuk Doktoru unvanını kazandı. 1919’da Aydın’da Kuva-yı Milliye’ye katıldı, ertesi yıl İzmir milletvekili olarak TBMM’ye girdi. 1922 – 1924 arası İktisat Vekilliğini üstlendi, İzmir İktisat Kongresini organize etti. 23 Kasım 1924’de Adliye Vekâletine getirildi ve Tl Eylül 1930’a kadar süren bu görevi esnasında hukuk devriminin gerçekleşmesinde büyük katkıda bulundu. 1925 yılında Cumhuriyet döneminin ilk yüksek okulu olan Adliye Hukuk Mektebini açtı. Hukuk Devrimi çerçevesinde, Medeni, Borçlar, Ceza ve Ticaret Kanunlarının kabul edilmelerinde lokomotif rol oynadı. Bunları Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Deniz Ticaret Kanunu, Türk Vatandaşlık Kanunu, İcra – İflâs Kanunu ve 1930’da kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanıyan Belediye Kanunu izledi.
1926 yılında Ege denizinde Türk gemisi “Bozkurt” ile Fransız gemisi “Lotus”un çarpışmalarının Adalet Divanında görülen davasında Türk tarafını temsil etti. Yaptığı başarılı savunmanın sonucunda davayı kazandı. Bu nedenle, daha sonra, Bozkurt soyadını aldı.
1927 yılında Mahmut Esat Bey Masonluğa kabul edilmemesi üzerine tepki göstererek, İzmir’de içkili olduğu bir akşam, Loca binasına tabancası ile ateş etti. Vak’a polis tarafından kapatıldı ama Masonluk aleyhinde neşriyat başladı. Daha sonra, 1935 yılında Masonluğun kapanmasında Mahmut Esat Boz- kurt’un, diğer reddedilen devlet büyüklerinden Recep Peker’le birlikte önemli etkisi olmuştur.
Teklif edilen nüfuzlu kişilerin reddedilmesi, bir taraftan etkin Mason düşmanlarını yaratırken, diğer taraftan da yaşam içinde başarılı olmuş etken haricîlerin teklif edilmelerini önlemektedir. Haricînin teklif edildiği Locanın dışından (başka Localardan gelerek) oy kullanan Kardeşler, yalnız Türkiye Büyük locasına mahsus bu garip durumu yaratmaktadır. Tüm ülkelerde skrüten Locaya özeldir.
Şimdi, politik kıskançlıklardan reddedilen ve sonradan Mason düşmanı kesilen Atatürk’ün sofra arkadaşı, Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un, 1925 yılında Adliye Hukuk Mektebinin açılışında yapmış olduğu fevkalâde Atatürkçü ve Masonik konuşmayı görelim.
ADALET BAKANI MAHMUT ESAT BOZKURT’UN SÖYLEVİ™
Sayın Cumhurbaşkanı!
Sayın Dinleyenler!
Ankara’mızın Adliye Hukuk Mektebi, Türk’ün canlı ve çok şerefli kurtarıcısını, büyük Cumhurbaşkanını öğretim kurulunun başkanlığında ve basında görmekle şu anda en derin ve ancak ifadesi çok güç heyecanla, sevinçlerle doludur. Bu vesile ile Türk devri- minin büyük liderine öğretim kurulunun, genç hukuk adaylarının ve okulun saygı ve şükranlarını açıkça sunar, bunun lütfen kabulünü kendilerinden rica ve niyaz ederim. Okulumuzun Türk Hukuk Tarihi onursal profesörlüğünü lütfen kabul buyuran büyük Başbakan Sayın İsmet Paşa’ya da teşekkürleri sunmayı bir vazife ve borç sayarız.
Sayın Cumhurbaşkanı!
Sayın Dinleyenler!
İzin verirseniz okulumuzun temel ilkelerini birkaç cümle içinde bildirmek isterim. İslâm hukukunun zamanımıza kadar sürüklene sürüklene gelen en esaslı fakat en sakat ve aksak bir dayanağı vardır ki, ona Arapça deyimiyle “Kale” derler. Güzel Türkçemize “dedi ki” diye çevrilen bu temel yüzyıllarca ve yüzyıllarca Türk ulusunun mukadderatını ortaçağa bağladı, onu ortaçağda verilen kararlarla yönetmeğe etken oldu.
İslâm uygarlığından olan bukukşinaslar çok yazık ki anlayışlarını bu temelden kurtaramadılar. Bizdeki Mecelle ve buna benzer kimi kanunlarımız bu anlayışın en açık bir katıştırması (enmuzeci) dır.
“Dedi ki” deyimi “Kale” nin kelime çevrisidir. Ancak “Kale” nin gerçek anlamı, “bilinçsiz ve anlayışsızım, ortaçağ ölülerinin düşünülerinden başka bir şey düşünemem,
™ m.E. Bozkurt’un konuşması Prof. Coşkun Üçok tarafından araştırılmış olup, “Ankara Hukuk Fakültesi 40. Yıl Armağanı” adlı eserden alınmıştır. ölülerin kararlarıyla yürürüm ve düşünmeğe gücüm yoktur” demektir. Bunun yirminci yüzyılda açık anlamı ben yokum, ben ölüyüm demektir.
Sayın Dinleyenler!
Bu “Kale” kuralı, bilinç ve etkinliğine tarihin alanı bile dar bir dolaşma yeri durumunda kalan soylu ırkımızın bütün varlığını kalın ve kara bir kölelik zinciri hâlinde ortaçağa, ortaçağ düşünülerine bağladı. Yüzyıllar ve yüzyıllarca önce bilmem hangi çöller içinde verilen kararların “Kale’”siyle yirminci yüzyıl ortasında yürümek, bilinç ve arayıştan yoksun olduğunu fiilen açıklamaktan başka neyi gösterir? Bu gibi ilkelere artık olarak bir de (Rabbani) nitelik bağlamak anlayışsızlığın en açık bir belirtisi değil midir? Ulusların dünya işlerini akıl ve mantık dışında, yalnız vicdanlarda kalması gereken din ile, din tehdidiyle yürütmeğe olanak var mıdır? Ortaçağ içinde herhangi bir Arap hukukçusunun, çevresinin ve günün gereklerine göre koyduğu bir kuralı, Arap (dedi ki) diye sonuna kadar Türk Ulusuna yararlı olmak üzere kullanmak olanağı var mıdır? Bunda direnmenin Türk’ü Hak adına ne büyük haksızlıklarla, düşünülmesi güç ne baskı ve ne kıyıcılıklarla karşı karşıya bıraktığını bilmez değiliz. Mukadderatını bir Arap müçtehidinin sözlerine bağlı görecek kadar Türk ulusunun bilinçten, anlayıştan, düşünceden yoksun olduğunu kim söyleyebilir? Türk’ü böyle ağır bir suçlama altında bırakmaya kimin hak ve yetkisi vardır? Böyle bir tarih var ise, ki vardır, onun yanması ve kül olması gerekir. Fıkıh ve onun müntesipleri tarihin en büyük evrelerinde istibdat ve bozgunların gerekçesi ve etkeni oldular. Böyle sakat ve bozuk ilkelerle Türk ulusu gibi büyük bir ulusun mukadderatı yirminci yüzyıl ortasında yönetilebilir mi? Ayıp ve günah değil midir?
Bugün büyük Devrim liderimizin işaret ettiği yolda yürümeyi çok şerefli ve çok verimli bir ilke olarak kabul eden Ankara Hukuk Okulu geçmişten kalma ilkeleri tarihe bı
raktı. “Dedi ki”, “Dediler ki” ile değil “Diyorum ki”, özellikle “Türk olarak, bir insan olarak bilinçle, anlayışla diyorum ve düşünüyorum ki” prensibini kendisine şiar edinmiş bulunuyor.
Türk Cumhuriyeti hukukunu inceleyecek ve araştıracak olan Ankara Hukuk Okulu çalışma alanında hiçbir kaynakla bağlı değildir. Onun en büyük kitabı koşulsuz olarak Türk ulusunun yüksek yararları ve yirminci yüzyıl hayat ve uygarlık ilkelerinin mahzeni olan çağdaş bilimlerdir.
Ulusumuzun, Devrimin ve Cumhuriyetin en yüksek yararlarını uz dille anlatan ve açıklayan. Türk’ün büyük Başkanmdan gürlük ve esinlik alarak yürüyeceğiz. Gazi elimizde bir zafer bayrağıdır. Ne olursa olsun, ne yapıp yapıp başaracağız.
Onun uyarmasıyla “dedi ki” yi bıraktık “diyoruz ki” yi kabul ettik. Yani bilinçle yürüyoruz, düşünüyoruz. Şu halde Türk ulusunun tarihe, bütün bir insanlık tarihine söyleyeceği daha çok, pek çok sözleri vardır. Oraya vereceği pek çok yapıtları vardır.
Cumhuriyetin Türk adliyecileri bu genişlik ve kapsam içinde Devrimin kendilerine yüklediği geniş ve kapsamlı vazifenin ağırlığını ve anlamını kavramışlardır. Bunun bütün gereklerini yerine getirmeğe hazırdırlar. Hazırlanmış ve hazırlanmakta olan yeni kanunlarımız, önümüzde bulunan genç hukuk adayları bu kararın ilk aşamasıdır. Gerisini tarih söyleyecektir. Devrim için hazır olmak ve onu savunmak rolü Türk adliyesi- nin biricik öğünç dayanağıdır. Devrimler insanlığı mutluluğa götüren araçlardır. Karşı koyanların sonu, ne olursa olsun, tam bir bozgundur.
Sözlerime son verirken gelişleriyle okulumuzu şereflendiren ve Devrimin her alanında olduğu gibi bizim de programımızı ve yolumuzu ve davranışımızı saptamak lütfunda bulunan Sayın Cumhurbaşkanına ve sayın dinleyenlere en derin teşekkürleri tekrar sunarım.
Celil Layiktez
Kaynak: Tesviye Dergisi Sayı 55