İSİMLERLE İLGİLİ İTİKATLAR (II)
KÖTÜ RUHLARI ŞAŞIRTMAK İÇÎN İSMÎN DEĞİŞTİRİLMESİ
Çocukların düşmanı olamayacağından, bazı Arap ya da Afrika ülkelerinde kişiler çocukların adları ile anılırlar. Şunun babası, amcası, ağabeyi gibi. Hastalıktan kurtulamayan Afrikalı, kötü ruhları şaşırtmak için yeni bir isim ahr.
Yaşlı Eskimolar gençleşmek için yeni bir isim alırlar. Dindar bir Musevi ciddi şekilde hastalandığı zaman dostları havraya giderek dinsel ismini değiştirmek üzere bir merasim düzenlerler. Ölüm meleği bu şekilde şaşırtılacak, ismen aramaya geldiği kurbanını bulamayacaktır.
tikel insanlarda şahsın ismi ile ruh arasında kuvvetli bir bağ vardır. İsmi değiştirilen Afrika ve Avustralya yerlisinin ruhu da değişmiştir, artık aynı insan değildir.
Anne ve baba bazen çocuğu değişik isimlerle çağırırlar. Bazı toplamlarda ikizlerin almaya mecbur oldukları isimler vardı. İkizlerden birinin ölmesi üzerine, Ölüm Meleğini şaşırtmak için sağ kalanın ismi değiştirilirdi.
İSMİN GİZLİ TUTULMASI
İngiliz folklorunda, yeni doğan bebeğin vaftizden önce isminin açıklanması uğursuzluk getirir. Vaftiz yoluyla henüz kutsanmayan çocuğun açıklanan ismine büyü yapmak, nazar değdirmek mümkündür.
Birinin gerçek ismini bilmek, üzerinde kudret sahibi olmaya yeterli kabul edilirdi. Bu nedenle, birçok toplumda, herkesin kendilerini çağırmak için kullandıkları ismin dışında, kişilere, göbek adı gibi, gizli bir isim verilir.
Bu tür inançların doğal sonucu olarak birçok kavimde ismin gizli tutulması, yalnız birkaç yakının bilebileceği gizli ve gerçek ismin yanında, herkesin kullandığı ikinci bir “sahte” isim verme geleneğinin geliştiği izlenmektedir. Gerçek isim bazen o kadar gizli tutulur ki, yeni doğan bebeğin kulağına annesi tarafından fısıldanır, annesinden başkası, kendi dahi, bu gerçek ismi bilmez.
Gerçek ismin kullanılmasındaki tabunun o isme benzeyen başka isimlere de uygulandığı olabilir. Birçok Afrika ve Avustralya kaviminde ileri gelenlerin ismini aldığı, hatta o isme benzeyen eşya veya hayvan isimlerinin değiştirildiği saptanmıştır. Ruhlarının rahatsız edilmemeleri için ölülerin isimleri ile ilgili olarak da aynı
uygulamayı görebiliyoruz. Böylece bu kavimlerin dilleri sürekli değişmekte, aynı anlama gelen değişik kelimeler bulunabilmektedir. Buna örnek olarak Zulu’ların en az iki paralel dil kullandıkları söylenebilir. Ayrıca, Zulular, ruhların rahatsız edilmelerini önlemek üzere ölülerin isimlerini, özellikle yas döneminde, kullanmazlar.
Elözis misterlerinde rahiplerin isimlerinin söylenmesi büyük bir günah olarak kabul edilirdi. Tekrislerinden sonra rahiplerin isimleri bronz veya kurşun levhalara yazılarak Salamis körfezinin derin sularına atılırdı.
TANRILARIN VE CİNLERİN İSİMLERİNİN GİZLİ TUTULMASI, TELAFFUZ EDİLEMEYEN KUTSAL İSİM, KAYIP KELİME
İnsan tanrılarını daima kendine benzetmiştir. Xenofanes’in sözleri ile “zencilerin tanrıları siyah tenli ve basık burunlu, TrakyalIların tanrıları ise beyaz tenli ve mavi gözlüdür; eğer atlar, öküzler ve aslanlar da tanrılara inanıp onları resmedecek ellere sahip olsalardı, onların da tanrıları at, öküz veya aslana benzeyecekti”. Tanrıları kendine benzeten insan kendine uyguladığı tabuları da aynen tanrılarına uygulamaya çalışmıştır.
Sihirbazların kara büyüsünden ismini korumak zorunda kalan kişi, aynı mantıkla tanrılarının da ismini korumaya çalışırdı. Tanrıların isimleri sadece rahipler tarafından bilinirdi. Bir kavim, bir kabile düşman kavmin tanrısı veya tanrılarının isimlerini öğrenebildiği takdirde büyü ile üzerinde kudret sahibi olup tanrının korumakta olduğu kavmi kolayca mağlup edebilirdi. Kabile arası harplerde tanrıların isimlerini öğrenmeye çalışan casuslar kullanılırdı.
Eski Mısır’da tanrıların isimleri yalnızca hiyeroglifleri okuyup yazabilen küçük bir rahip topluluğu tarafından bilinir, gene de telâffuz edilmezdi. Büyücü İzis tanrı Râ’yı tuzağa düşürerek ismini öğrenmiş, böylece Râ’nın kudretine sahip olarak tanrıça mertebesine yükselebilmişti.
Romalı askerler bir kenti muhasara ettiklerinde, Romalı rahipler kentin tanrılarına ismen hitap ederek onları nüfuzlarının altına almaya çalışırlardı. Düşmanlarının da kendilerine karşı aynı oyuna başvurmalarını önlemek üzere de kendi tanrılarının gerçek isimlerini gizli tutarlardı. Tanrının ismini açıklayan Valerius Soranus isimli Romalı ihanet suçundan idam edilmişti.
Plutarkhos (46-120) Roma’nın koruyucu tanrısının ismini kimsenin bilmediğini, hakkında soru sormanın hatta erkek mi dişi mi olduğunun araştırılmasının dahi yasak olduğunu yazar.
Hastalıklar kötü ruhların, cinlerle perilerin işiydi. Hastalığa neden olan cinin ismini öğrenmek onu mağlup edip hastayı iyileştireceğinden, kabile sihirbazları kurbanlar keserek, tütsü yakarak, dans edip cezbeye girerek, cinin adını öğrenmeye çalışırlardı. Batı toplumunda, Engizisyon mahkemelerinde cadının ilişki içinde olduğu cinin adı işkence ile öğrenilirdi. Günümüzde de televizyonda cincilerin, hipnoz ve trans yolları ile cinlerin isimlerini öğrenmeye çalışan şarlatanların teşhir edildiklerini
görüyoruz.
Tevrat’ın dört harfli Tanrısının gerçek telâffuzunu kimse bilmezdi. Orta Çağlarda şövalye tarikatları, Masonluk, bazı inisyatik cemiyet mensupları Hakikatin simgesi olan Kayıp Kelimeyi ararlar. Bu kelime Tann’nın gerçek ismidir ve inisiyasyondan geçmiş, ezoterik bilgilere sahip kişiler dahi bu ismi çok özel merasimlerinde ancak fısıldarlar, fakat İsmin gerçek telâffuzu onlar tarafından dahi bilinmez ve zaten mümkün değildir. Bu nedenlerle Kutsal Kelime veya Kayıp Kelime diye adlandırılan bu Kelimenin bir adı da Telâffuz Edilemeyen Kelimedir.
Rumpelstiltzkin isimli cinin öyküsü mânidardır:
“Değirmenciye kızan ülkenin zalim kralı kızını bir odaya kapatarak odayı dolduran yün ipliklerle altın simli kumaşlar dokumasını emretmiş, emri yerine getirmediği takdirde de şafakla idam edileceğini bildirmiş. Çaresiz kız ağlarken bir cin çıkagelmiş ve gerdanlığının karşılığında yün iplikleri altın sime çevirmiş. Ertesi gün kral kızı başka bir odaya kapatıp aynı emri tekrarlamış. Cin bu defa kızdan yüzüğü karşılığında yün iplikleri altın sime çevirmiş. Üçüncü gece cin’e verecek kıymetli bir şeyi kalmayınca, cin doğacak ilk çocuğunu istemiş, kız da kabul etmek zorunda kalmış.
“Gel zaman, git zaman, kral kendisine bu altınları sağlayan kızla evlenivermiş ve bir de çocukları olmuş. Cin alacağını tahsile gelince kraliçe yalvarmış, yakarmış ülkenin yarısını teklif etmiş, cin’i razı edememiş. Ancak, yumuşayan cin, üç gün içinde ismini bulup doğru telâffuz edebildiği takdirde, alacağından vaz geçeceğini söylemiş. Kraliçe ülkenin dört bir yanına haberciler salarak doğru ismi bulana bir servet vaat etmiş.
“Birinci ve ikici gün kraliçe bulabildiği bütüm isimleri nafile saymış. Üçüncü gün bir çoban huzura çıkarak kraliçeye gece ormanda dolaşırken bir küçük adamın bir ateşin etrafından dans ederek, “ismim Rumpelstiltzkin, ismim Rumpelstiltzkin, Çocuk olacak benim” diye şarkı söylediğini anlatmış. Az sonra gelen cine kraliçe doğru ismi söyleyince, öfkelenen cin ayaklarını yere o kadar hızlı vurmuş, kollarını da o kadar güçle yukarı doğru fırlatmış ki bir anda parçalanmış, parçaları da dört bir yana dağılmış, yok olmuş.”
Celil Layiktez
Kaynak: Tesviye Dergisi Sayı 25